Edebiyat

Ünsüz Seri Katil: Madam Mustang

Kısım -I-

 

Bölüm -I-

Kısım -I-: Kendini Anlama Çabaları

Ben, Elinë Clea Mustang.

Ben, kâbuslarınızım. Belki annenizim. Ya da dünya üzerindeki tek kadın benim. Ben, ‘Baltacı’ nın bizzat kendisiyim.

Eh, haliyle bu korkmanızı gerektirir; bu ortaya çıktığında ben de kendimden korkmaya başlamıştım. -Neyse ki çabuk geçti de, işime dönebildim.- Bana seri katil diyorlar, oysa polisler, ajanlar ve askerler benden daha seri hareket eden katiller bana göre. Kınamakla kıskanmak arasında bir çizgideyim. Kadın olmanın bu işe tek olumsuz etkisi bu işte: İnce çizgiler. Detaylar… Çelişkiler…

Benim insanları öldürdüğümü düşünenler yanılıyor, eğer öyle düşünsem ben de geceleri uyuyamazdım örneğin… Pişman olurdum, iç huzurum tam olmazdı. İnsanları öldürmüyorum. Sadece onları kutsallaştırıyorum. Onların, dirilişlerinde acı çekmemelerini garantiye alıyorum. Kurallar basit, kurallar belli. Oyunu kurallarına göre oynamayanların sonu belli, benimse görevim…

Her şeyi denedim, emin olabilirsiniz. Yakma ayini, asit çukuru, garotte, halat, boğma, silah, aç bırakma, zehirleme… Ruhen tatmin olmuyorum. Baltam tatmin ediyor beni ve korkunun kokusu… Sevgiye de ilgiye de aç değilim. İstemeyeceğim kadar hayatımda olan bu iki kavram sadece ve sadece beni kısıtladı. Balta, beni tatmin ediyor, üzerinde epey düşündüğüm bir durum bu. Sanırım bilinçaltımda, ruhumda baltalamak istediğim şeyler barındırıyorum. Baltalamak, minimale indirmek ihtiyacı hissettiğim duygular taşıyorum. Değiştiğimi düşündüğüm anda bile değişmiyorum.

Bu satırları yazabilmek öyle kolay değil, kendimi ifşa edeceğimi bile bile yazıyorum ama ömrümün son 70-75 günü kalmışken, kendimi anlatmalı ve izimden gelecek olan insanlara ışık tutmalıyım.

Doğru duydunuz, ölüyorum…

 

 

 

Bölüm-II-: Ölüm Meleği

 

      Bir zamanlar Tanrı’nın ben olup olmadığımı sorgulardım… Ne günlerdi, ergenlik döneminde olabiliyor böyle şeyler! Gerçeği fark edişim, 27 yaşımın sonlarına tekabül ediyor. Ben, ölüm meleğiyim. Dünyaya geliş vazifem bu, kötülüğü yok etmek. Kötüyü yok etmek. Benim nekrofilim bambaşka, tanımadığım bedenleri sevmiyorum, ne şekilde öldüğünü bilmediğim bir bedeni midem kaldırmaz. Sadece, ayinlerim sırasında kutsallaşan, korkularının kokusunu içime çektiğim ve son bakışları gözlerime dikilen bedenlere tutkuyla bağlıyım. 998… Hepsinin de yüzünü ve ismini hatırlıyorum… Onlar, benim insanlarım. Onlar, günahsız ruhlar…

     Bir insanıma bile öfkeyle yaklaşmadım, hepsine karşı naziktim ve benim gözümde hepsi birer sanat eseriydi. Objektif bakan her göz için böyle görünüyor olmalı. Genel karakter itibariyle üşengeç bir insanım fakat onların dünya ve ölümden sonrası için her pisliğini temizledim. Arkalarında bıraktıkları, tüm izleri, kanlarını, gözyaşlarını, isimlerini, seslerini ve kokularını da temizledim. Zaten her çevirdiğiniz sayfa, işimde ne kadar usta olduğumu anlamanızı sağlayacaktır, bundan eminim. 

     Maksadım, ruhunuzu hırpalamak değil. Zihninizi canlandırmak, peşimden sürüklemek ve takdirinizi kazanmak. İnsanlarımı son defa anmadan onlara karışmak istemiyorum. Sadece benim adımın kalması önemli değil, onlar da öldükten sonra yaşayanlardan olmalılar. Artık bunu hak ediyorlar…

 

                                                                                                                Sene 1986, Venedik

                                                                                             

Elinë Clea Mustang

                                                                                        ON EMİR

  1. Karşımda başka ilahların olmayacak.
  2. Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
  3. Yehova‘nın, Rab’ın ismini boş yere ağıza almayacaksın.
  4. Sebtgününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün efendin Rab’e Sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.
  5. Babana ve anana hürmet edeceksin.
  6. Öldürmeyeceksin.
  7. Zina etmeyeceksin.
  8. Çalmayacaksın.
  9. Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın.
  10. Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.

 

Bölüm–III-

Öbürlerine, “Kent boyunca onu izleyin ve kimseye acımadan, kimseyi esirgemeden öldürün” dediğini duydum. “Yaşlıyı, genci, genç kızı, kadını, çocukları öldürün”

Hezekiel 9/5-6

 

Dominique, nique
Nique s’en allait tout simplement
Routier pauvre et chantant
En tous chemins, en tous lieux
Il ne parle que du bon Dieu
Il ne parle que du bon Dieu…

 

          Kafamın içinde dönüp duran saçma bir melodi… Bu Hristiyan ezgisi, kilise müziği denebilecek kadar boktan notalar silsilesi beynimi işgal etmişti. 8 yaşındaydım ve Hristiyanlığın dayatıldığı, benim kutsal Tevratımın kirletildiği bir yetiştirme yurdundaydım. Oraya adım atalı bir sene olmuştu… Sebebinden de bahsedeceğim, hala zamanı var. Annem ve babam Fransız vatandaşı olan ve dinlerine bağlı birer Yahudi’ydi. Yedi yaşıma kadar Tevratın kutsal öğretisiyle yetiştim.  Hayal meyal aklımda diyemeyeceğim kadar net anılarım var o yıllardan… Mesela babamın annemi tek bir bıçak darbesiyle öldürdüğü sahne, kanları temizlerken babasına serinkanlılıkla yardım eden altı yaşında, kızıl saçlı çilli bir kız çocuğu, babamla birlikte kaldığım günler, yedinci doğum günümde beni neşelendirmek için gelen palyaço ve onun karnından -oraya yetişebilmiştim- akan kanla mutlu olduğum an… Babam bir gün sonra beni yetiştirme yurduna vermişti. Nasıl bir yer olduğunu, kızını kimlere teslim ettiğini bilmeden beni evimden gönderdiği o gün, erkeklere karşı artan bir nefrete sahip olduğum bir hayatın başlangıcıydı. En sevdiğim oyuncak bebeğimi bile içeri almamışlardı. Marlo adını verdiğim bebeğim, bir yığın aptal giysiler içindeki aptal kadını korkutmuştu!  O bebeğin bir ”Şeytan işi” olduğunu iddia eden insanlar bile olmuştu. Oysa, Marlo benim sırdaşımdı, Marlo işini iyi yapıyordu; komşumuzun kedisini incelerken ve sokak köpeklerini sonsuzluğa kavuştururken bana yardım etmişti o. Kitabımı da almadılar, hatta o kitabı ellerinde tutarken, yüzüme nefretle baktıklarını gördüm… Onların sonunu getiren an, onları gördüğüm ilk andı ve bazen tezatlar, olduğundan daha çekici geliyordu. Özellikle bu durumlarda…

 

  En başa dönmeliyim belki de; bir cenin olduğum anı tabi ki hatırlamıyorum fakat, hatırladığım kadarıyla sakin ve bakımlı bir bebektim. Ardından sevecen, öğretilen din kurallarına ilgili yaklaşan, meraklı bir çocukluk dönemine adım atmıştım. Kıyafetlerim genel olarak kırmızı renkteydi: parlak ayakkabılarım, eteklerim, hırkalarım, saçımdaki küçük kurdeleler… Sanırım ebeveynlerimin kırmızıya özel bir ilgisi vardı veya ben kızıl saçlı bir bebek olduğum için, kırmızıyı ve beni bir bütün olarak kabullenmişlerdi. Oysa dinimizde, abartıya kaçmak ve şatafat, kesinlikle olmaması gereken şeylerdi. Bunu babama sorduğumda ”Sen, sıradan bir çocuk olsan, kırmızı sende abartılı durabilirdi. O kadar güzelsin ki bu canlı renkler bile üzerinde sönük kalıyor, endişe etme.”, demişti. O günden sonra kırmızıyı hep sevdim. 


  Tek katlı olmasına rağmen içi çok geniş olan, bahçe içinde bir evimiz vardı. -Ya da bir çocuğun gözünde yürümekle bitmeyecek kadar büyük, fakat bir yetişkinin gözünde sadece ideal olarak tanımlanabilecek bir ev demeliyim belki de, bilmiyorum. Çünkü bir yetişkin olduktan sonra o eve hiç gitmedim.- Sahip olduğum tek köpek, daha kendisine bir isim bile koyamadan çalındıktan sonra daima boş kalan bir köpek kulübesi, dalları benim için yapılmış merdivenler gibi olan dört tane, büyük ve meyvesiz ağaç, çimenler ve bahçe köşesindeki hiçbir işe yaramayan, çalıştığını bile görmediğim bir çim biçme makinesi bu bahçenin demirbaşlarıydı. 


Uslu bir çocuk olduğumu söylemiştim, ama annemin çalışması gerekiyordu. Gazete için fotoğraflar çekiyordu, akşamları eve geldiğinde babamla hep kısık sesle konuşuyordu çünkü korkunç olaylara tanıklık ettiği için benim bunlardan etkilenmemi istemiyordu. Babam bir uzmandı, ne uzmanı olduğunu çok net hatırlamamakla birlikte, kekeme olan, vücudunda ya da konuşmasında sorunlar olan çocuklarla ilgilendiğini hatırlıyorum. Sanırım pedagogdu. O evden çıktıktan sonra babamı bir daha hiç görmedim ve onu sorabileceğim birine de hiç rastlamadım. Sonrasına sonra değineceğim, şu an için ‘büyük kavga’dan bahsetmek istiyorum. Hepimizin hayatını değiştiren olay… 

Annem ve babam yoğun çalıştıkları ve bana zaman ayıramadıkları konulu bir konuşma yaptılar benimle. Benimle ilgilenmesi ve evin işlerini yapması için, beni çok sevecek bir hanımefendiyi eve getireceklerini söylediler. Anlamam gereken kadarını anladığımı düşünüp bahçeye çıktım ve gelecek olan kişinin nasıl biri olabileceğini gözümde canlandırmaya çalıştım. Yaklaşık bir saat kadar orada durduktan sonra annemin beni çağırmasıyla içeri girdim. Yanlarında 27-28 yaşlarında, siyah saçlarını at kuyruğu biçiminde toplamış, özensiz giyimli olmasına karşın giyimini arka planda bırakacak kadar büyük siyah gözlere sahip olan bir kadın vardı. Hayır, hayır… Kesinlikle böyle birini hayal etmemiştim. Adını hala hatırlıyorum: Hugette. ”Huge, de. Tüm arkadaşlarım böyle diyor ve sen de artık benim arkadaşım olacaksın” demişti. Onun hayatıma girişiyle birlikte bir öğretmenim, bir oyun arkadaşım ve kahkahalarım olmuştu. Ardından iki tane balığım. Sonrasında ise piyano bilgim, güzel geçen saatlerim. En son kısmında ise ailem bile kalmamıştı artık… Annemi, bahçemize gömdüğümüz günden aklımda kalan cümleler var. Annemin babama bağırması, babamın annemi kolundan tutup yere fırlatması…


-Gördüğüm şey… Sana yıllardır aynı şekilde güvendim ben! (………) ihtimal vermiş olsam bizi yıpratmazdı! 

-İşinden başka bir şeyle ilgilendiğin yok, ne bekliyordun! 


O an anlayamamış olsam da yıllar sonra ‘aldatma ve aldatılma’ faktörlerinin üzerimdeki, daha doğrusu bilinçaltımdaki etkisi de, erkeklerden nefret etme hissimin dozunu büyük ölçüde artırmıştı.

(…..)

Kısım IV

Bir Ayin Tanığı

Levililer 19/34: « Ülkemizde bir yoksul senin misafirin olursa, ona sizden biri gibi davranacak ve onu kendiniz kadar seveceksiniz. Çünkü Mısır’da siz de yoksuldunuz.»

Burada anlatacaklarım, bundan sonraki tüm hayatımı etkileyecek olması açısından büyük önem taşıyor. Babamdan, annemden, evlilikten söz açmışken, şu konuya açıklık getirmek istedim: Aşk kavramı bende yoktu, hiç olmamıştı ve evliliğe inanmıyordum. Evliliğin gerekliliğine inanmıyordum. Ta ki…

Çalıştığım bankanın arka tarafındaki mutfaktan su almak için gittiğimde, telefon konuşmasına şahit olduğum bir iş arkadaşımı günahlarından arındırana kadar… Muhtemelen eşiyle bir telefon görüşmesi yapıyordu:

-Günlerdir bizde ve ben onun varlığından rahatsız oluyorum. Dün eve erkek arkadaşıyla geldi. İçeri girmemiş olabilir ama neden başka birisi benim nerede oturduğumu bilsin ki! (Sessizlik) Şu şartlarda çocuğunu kaybetmiş olması umrumda değil Luc! İş bulabilir, ev bulabilir, neyi nereden bulacağı beni ilgilendirmiyor ama ben bugünden itibaren onu evimde istemiyorum. İstersen onunla gidebilirsin!

Kapının önünde daha fazla durmadım, birinin görmesinden çekindim sanırım, içeri girdim ve raftan bir bardak aldım. Bardakta leke görünce bıraktım, plastik bardağı daha mantıklı bulup, suyu ona doldurdum. Gerçi bu mutfakta bir şey içmek isteyebileceğimi kesinlikle sanmıyordum; o yüzden her zaman duvarla tavanın arasında olduğunu bildiğim örümcek ağına bakmayı reddettim. Telefon konuşmasını bitiren iş arkadaşım oradaki sandalyeye oturup yüzünü ellerinin arasına almıştı. Şimdi bir muhabbet açsam konuşur benimle, diye düşündüm. Kadınlar böyledir. İçinde kalan öfkenin devamını da bana kusardı, biliyordum. İki dakika içinde bir plan yapmıştım ve onu uygulamaya koymak üzereydim. İlk adımı attım:

-Çalışmayı engelleyecek kadar büyük bir sorun olamaz, öyle değil mi?

Güven açısından önemli şeyler vardır. Gülümse, omzuna dokun. Nitekim birkaç cümlelik telefon konuşmasından, tüm ayrıntılarını çıkardığım olayı en baştan anlattı. Buna gerek yoktu, hatta isterse susabilirdi ve ben ona aynı kurguyu, aynı şekilde anlatabilirdim.

Sabırsız olmak iyi değildir, yapmadım.

Bunun yerine, iş çıkışı bir kahve içmek için öneride bulundum, eve gitme isteği olmadığından hemen kabul etti. En sevindiğim durum ise, biz konuşurken kimsenin içeri girmemesi –yani bizi konuşurken görmemesiydi.

Gün içinde nadiren ve belli zamanlarda, kendimi ödüllendirmek için sigara içiyordum. Kendimi –ve çevreyi- kontrol edebilmek bana hep haz veren bir durum olmuştur. Bu şekilde de bir nevi kontrol sağlamıştım. Uyumadan önce yarım sigara içip, yarısını söndürüp, sabah kalan yarımı içiyordum. Öğle arasında, kahveyle birlikte, bir santim kala söndürülmek üzere bir tane daha… Ve son olarak da mesai bitiminde kapının önüne çıkar çıkmaz yakılıp, tamamı içilen bir tane daha sigara…

Mesai bitti, kapının önüne çıkıp kendimi ödüllendirdim. Son nefesi çektiğim anda, adının Coralie olduğunu öğrendiğim iş arkadaşım kapının önünde belirdi. Bu kadın güzel olmasına rağmen, beğenmemi engelleyecek özelliklere sahipti; misafirleri ve yardım etmeyi sevmemesinin iticiliği yüzüne vurmuştu, kaşları memnuniyetsiz bir gerginlikle yüzüne yerleştirilmiş gibiydi. Cildi solgun ve mat görünüyordu. Ortalamadan uzun bir boyu vardı ve sade bir giyim zevkine sahipti. Göz rengi yeşil olmasına rağmen, bakışları karanlıktı. Ve ben, o gözlerde korkuyu görmek için sabırsızlanıyordum.

İş yerinin bulunduğu sokağın sonunda ‘Cafe d’Angelas’ adında, özellikle Affogato hazırlamak konusunda çok iyi olduğunu düşündüğüm orta yaşlı bir adamın çalıştığı, bir butik kafe vardı. Bir ya da iki shot espresso içine koyulan iki kaşık vanilyalı dondurmayla hazırlanan bu kahvenin üzerimde tartışılmaya kapalı bir rahatlatma etkisi olduğunu ve bu tada zaafım olduğunu kabul ediyorum. Vanilyalı dondurmanın kokusu ve tadı yavaşça kahveye geçerken, düşüncelerim ve arzularım giderek güçleniyor, bunun aksine yorgunluğum ve gerginliğim git gide azalıyordu. Hem sert, hem yumuşak bir tat. Hem sıcak, hem soğuk… Tezatları güzel kılan şey, tezatlardı ve tüm çelişkilerde bir çekicilik vardı. Coralie’nin damağında kalan tadın güzel olmasını istedim, bunu önerdim ve sonuç olarak affogatolarımızı beklerken, geveze iş arkadaşım çoktan konuşmaya başlamıştı. Ben de yüzüme meraklı ve ilgili bir ifade yerleştirip, devam etmesine teşvik edici sözler söylerken başka şeyler düşünebilmekte ustaydım. O andan kopabiliyordum, bu özellik beni pek çok sıkıntılı andan kurtarmıştır. Kaldı ki, dinlesem de ona ilişkin düşüncelerim daha da güçlenecekti, bunun sonucunda ise fazladan birkaç çığlık kazanmış olacaktı. Bu kadın, misafir sevmemesi yeterli bir suç değilmiş gibi, dedikodu bağımlısı ve buna bağlı olarak yalancı birisiydi. Çok konuşmak yalanlar doğurur, bir süre sonra anlatacak veya anlattıklarını destekleyecek bir şey bulamaz çünkü insanlar… Zaten kesin olan kararım, o masada oturduğumuz süre boyunca şekillenmiş ve cilalanmıştı: iş arkadaşımın ruhunu kutsayacak ve onu özgür bırakacaktım…

 

 

Selin Sivari

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu