Edebiyat

İNSANIN İKİ GERÇEĞİ

Yalnızlık ve Ölüm

Yalnızlık dedikleri sanırım böyle bir histi. Bir yanının değil, bütün yanlarının eksik olması; ‘diğer yarım’ dediğin kişinin kalbini giderken söküp alması ama hep onla kalmak istemek gibi bir hüsran. Hepsi O’nsuzluk mu demekti? Cidden hepsinin toplamı tek bir kişide miydi? Neden beni de götürmedi? Ne tam anlayabildim, ne de O’nsuz kalan diğer yarımı tamamlayabildim. Yalnızlık paylaşılmaz, diye bir laf vardır ya hani, ben şunu fark ettim: yalnızlık paylaşılmaması gereken zehirli bir sarmaşık… Bir insan zehri, insanın akrebi, insanın kendini kandırmaya çalıştığı yanıdır… Çoğu insanın payına, iki gerçek dilim düşer bu tatlı görünümlü zehirli pastadan: yalnızlık ve ölüm. Etrafımızda insanlar olacak belli bir süre – belki biz düşene kadar – biz ise kendimizi kandırıp duracağız yalnız olmadığımıza dair yalanlarla… Eğer bir gün yalnız kalmayı seversek, yalana ihtiyaç duymadığımızı anlayacağız. Eğer bir gün ölmekten korkmayı bırakıp, ona kucak açıp seversek ölümü, kaybedecek hiçbir şeyimizin kalmadığını kabullenmiş olacağız. Öylesine bir kabulleniş ki bu: kaybetmeye sonuna kadar alışmışçasına çaresiz! Sevdiklerimizin sisler içine attığı adımları izlerken küf bürüyen gözlerimiz, belki bakmak bile istemeyecek yansımalarına. Kendimizi de terk edeceğiz belki, öyle bir yalnızlıkla karşılaşacağız ki onca gürültünün arasında hiçbir ses sizinle konuşmayacak. Konuşacak çok ses olacak ama sizin sesinizi kısacak. Zamanla anlayacaksınız topluluğun içinde tek bir ordu olduğunuzu. Alışma kıvamınıza geliceksiniz. Belki alışamayacaksınız ama onla yaşamayı öğreneceksiniz.

 

Normalde yalnız olmayı sevmez ki insan, öyle ya niye tek başına ölsün? Düşünmez mi küçük kızı n’apar yalnız başına bu gaddar dünyada? “Üşüme kıyamam” deyip ceketini verdiği kollarınla sevginle sarmaladığı günlere ne olmuş da ‘anılar’ denmiş onlara mesela? Ne tam anlayabildim, ne de tamamlayabildim diğer yarımı; bir çarem de yoktu muazzam bir tek başınalığın orta yerinde anılara sığınmaktan başka… Şimdi o yokken üşüyorum, hem de çok daha fazla üşüyorum. Kendine sarılırmış insan, uyanırken bedenime sarılmış halde bulduğum kollarımdan bunu öğreniyorum. Seni sarmalayan bir battaniye olurmuş, kapkalın bir battaniyenin içinde bile donmak garip geliyor kulağa. Hayallerimize sarılıp ısınan insanlardık biz mazilerde. Hayat kırdı sandık hayallerimizi meğer insanlar kırmış ümitlerimizi. Şimdi git gide uzaklaşan hayallerime miyop bakışlarla bakıyorum… Ölmek üzere olduğum hayatı da ölme fikrini de, aşık olduğum kadar ayrılığı da seviyorum. Her şey zıttı ile var, gerçeği gibi. Ancak ben, birden fazla kez ölünebileceğini bilmezdim. İlk kez öldüğümde hayattan ölümü tatmıştım. İkinci kez ise ölmedim, öldürüldüm. İnsanlardan kurşun yermiş insanoğlu. Sıktılar yüreğimin tam ortasına. Tam o an öldüm. Öldüm ya işte bir söz veya suskunlukla öldürüldüm. Ben mahrum o ise yalnızlığımın sebebi, duygularımın katiliydi. Yalnızlığıma sebep olan sabıkalı biri vardı. Biri vardı, evet evet biri var, gözleri yeşil gibi ama yanında değil. Suçlu olarak dolaşıyor sokaklarda, herkes tarafından masum bilinerek. Kim bilebilirdi ki kalbimde açtığı yarayı. Sözlerinle farklı zamanda, hayallerimle apayrı yıkılan ben ve gözlerimin içine baka baka öldü diyecek sevda çiçeğim. Bir nar düşünelim, dıştan bütün içinde milyonlarca parçası olan. Tüm parçaların uyumu ve birbirleriyle bütünlüğü söz konusu. Bir parça yaralandığında, yavaş yavaş çürümeye başlar. Etrafa sıçrar bu yara, tane tane sonunda narın etrafını kaplar o siyah görünüm. Bir tane sandığımız yara, tüm duygularıyla bulaşır narın etrafına. O kıpkırmızı görünüşünden geriye simsiyah, yalnız geceler kalır. Işığı ve rengi gider, karanlığa döner duygularımız misali. İnsanların bizi yaraladığı bir şey, belki de ömrümüzü esir alır, kaplar tüm ruhumuzu bedenimizle beraber. Zehirli bir ok veya merhem olan bir krem olmalı işte tam da burada dahil olan yalnızlığımız. Yalnız kalınca anlıyormuş insan tuhaf olanın kendisi olmadığını, dağılan düşüncelerimi katlayıp beynimin raflarına yerleştiriyorum. Yalnız kalınca anlıyormuş insan, hayatın kolaylığını. Zorlaştıran her şeyi ve herkesi çıkardıktan sonra geriye kalan, huzurlu ve düzenli bir acı içindeki o sakinliğin adı yalnızlık…

Semra Nur Paçacı/Selin Sivari

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu