Edebiyat

İnanmakla Bilmek Aynı Şey Değildir

İnanmakla bilmek aynı şey değildir. Siyah, beyazın İçindedir.

 

Görünüyor ki çok korktuk dünyadan. Öyle çok korktuk ki ondan, bu korkuyu unutturacak biçimde şekillendirmeye başladık yaşam alanlarımızı. Şehirden birazcık uzakta, gece gökyüzünü izlediğini düşün. Önce güzelliğinden dem vuruyorsun sonra biraz derinliğine kapılınca düşüyor yüreğine korku. Karşında duran büyüklüğün ve senden bağımsız süren kaosun ihtişamı karşısında kendi küçüklüğü fark ediyorsun içinde bir yerlerde. Çaresizce aklımızın peşine takıldık, bundan dolayı havsalamızın ürettikleri birtakım inançlar doğurdu. Dini inancı kast etmiyorum.

İnsan olarak başta iç düşüncemizden başka tutunacağımız bir şey yoktu. Bu düşünceyi veya iç ses diyelim; şekillendiren her ne ise bizi biz yapan şey de o sanki. Kendimizi inandırdığımız bazı şeyleri kanıtlayıp bilgiye dönüştürdük. Bazı şeyleri ise zan olarak döktük ortaya. Hiçbir kanıta bakmaksızın bildiğinizi sandığınız şeyleri bir kontrol edin. Bunlar size empoze edilmiş kavramlar mı? Yoksa delillerinden emin olduğunuz size ait kesin bilgiler mi? Sahip olduğunuz bilgiler size mi ait? Bunu ayırt edemiyorsanız sizin için yapabileceğimiz bir şey olduğunu sanmıyorum.

İnsanlığı korku yönetiyor. İnsan olmaktan doğan çaresizliğin korkusu. Burada aklını kiraya vermek kolayına geliyor insanların… Kendisine anlatılan hikâyelerin, masalların, menkıbelerin peşine takılmak gerçeğin peşine düşmekten daha kolay çünkü. İnsan vücudunda enerjisini en çok kullanan organ beyin. Düşünmek, koşmaktan daha fazla enerji tüketiyor. Düşünmek yerine hazır olarak verilen şeylere inanmak, doğal olarak daha kolay geliyor.

Örneksiz, hedefsiz ve kasıtlı olarak eğitimsiz kalıp hayata geç katılmışların esaretinde bir hayat hepimizin mecburiyeti haline gelmiş. Renkten renge girmek insanların rutini halinde. Çoğu zaman o renkler, aynı rengin tonları biçiminde tezahür etse de yanındakinin rengine yaklaşıyor riyakâr kişilikler. Kendi rengini koruyanlar ise marjinalleşiyor maalesef. İşte topluma rengini veren ise bu marjinaller aslında.  Marjinallerin ortak rengi ne ise; o renk tonuna bir dönüşüm bir yaklaşma yaşanıyor.  Kim hangi renkten tonunu aldıysa uzaklaştığı rengin parlaklığı onu korkutuyor. Hâlbuki hayat bir renge sığmayacak kadar geniş bir kartelada yaşanıyor.

Çok basit insani doğrular bu renk kakofonisinde yok olmaya yüz tuttu. Değişmez fizik kanunları dahi manipüle edilmek isteniyor. İnsan nüfusu artıyor ancak anladığımız kadarıyla nitelikli insan sayısı aynı hızda artmıyor.  Bize düşen insanlık tarihinde nasıl ilerlediğimizi ve korkularımızı geliştikçe nasıl yendiğimizi görmeye çalışmak.

Renk spektrumunu bir daireye eşleyen Isaac Newton renk çarkını, 1666’da icat etti. Bu çarkı doğru hızda çevirdiğinizde tüm renklerin tek bir renge yani beyaza döneceğini kanıtladı. Kendi haline bırakıldığında kendi başına var olabilen renkler, müdahale edildiğinde kayboluyor. Beyaz rengin bir saflık bir temizlik içerdiğine dair inanç hepimizin kafasını karıştırıyor olabilir mi? Peki ya beyaz diğer tüm renklerin üzerini örtebiliyorsa, o kadar temiz olmayabilir mi?

İnanmakla bilmek aynı şey değildir. Böyle giderse bizi siyahla korkutanlara kanıp hepimiz beyazın içinde kaybolup gideceğiz. Dünyamızı tek bir renge dönüştürmelerine izin vermeyelim.

 

AYKUT ÇAVDAR

Gönlü Mor Geçmişi Kara

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu