İncelemeKültür

FRANSIZ SÖMÜRGECİLİĞİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

Birinci Bölüm

Söze Başlarken

Afrika ve sömürge kelimelerini yan yana getirdiğimizde insanların aklına ilk olarak iki ülke gelir: Fransa ve İngiltere. Fransızlar son Afrika kolonisi Cibuti’yi kaybedeli kırk altı; İngilizlerse Zimbabve’yi kaybedeli kırk üç yıl oldu. Evet, Cibuti Fransa’dan kurtulan son Afrika sömürgesi; Zimbabve ise İngilizlerden ayrılmış son Afrika ülkesi olabilir. Fakat bu saydığımız ülkeler ve bağımsızlığına kavuşan diğer bazı Afrika ülkeleri hala kültürel, ekonomik olarak sömürgeci güçlere bağlı. Dolayısıyla köleliğin tarihte kalmış bir olgu olmadığını, bilakis farklı bir forma girerek süregeldiğini düşünebiliriz.

2023 yılının bu son çeyreğindeyse Afrikalılar adına güzel gelişmeler meydana geliyor. Fransa karşıtı darbeler ve Afrika’nın kültür ve dilini ihya etme çalışmaları Afrika milletlerinin hürriyet aşkının dünya siyasetindeki bir tezahürü gibi. Dünya siyaseti dedim, zira Afrikalıların sömürgeci efendilerinin tasmaları olmadan almış oldukları her karar Avrupa siyasetine yön veriyor ve efendilerini etkiliyor. İşte bu sebepten ötürü Avrupa buna öylece müsaade edemez. Kendi dillerinin konuşulduğu her yer, şirketlerinin varlıklarını sürdürdüğü her yer Avrupa’nın can damarlarından birini teşkil ediyor.

Avrupalılardan kurtulmaya çalışan Afrikalılar içinse bir diğer problem öteki sömürgeci güçler. Halihazırdaki özgürlük çırpınışlarının altında başka bir sömürgeci gücün parmağı olabilir, bunun olmadığını varsaysak bile az önce bahsi geçen sömürgeci güçlerin başında tüm yayılmacılığıyla Çin geliyor.

Afrika’yı ufukta hem tehlikeli hem umutlu günler bir arada bekliyor, ne olacak bilmiyoruz. Ama biz Türkler, üçüncü bir göz ve güç olarak, mecvut siyasi durumu incelemekle, önlem almakla yükümlüyüz. Bütün bu yazının yazılma amacı tarihe bakıp ibret almak ve günümüz sömürgeciliği hakkında düşündürmektir.

Fransa Hakkında

Batı kültür ve medeniyetinden bahsedildiğinde ne İngilizler ne Almanlar gelir benim aklıma. Tüm varlıkları ve heybetleriyle, Fransızlar! Tarihçi bir arkadaşım Fransızlar için “Avrupa’nın Kralları” derdi. Evet, doğrudur. Fransa Avrupa’nın gerçek kralıdır. Bunu ilk duyduğum vakitler ben Almancıydım -ki Türk milletinde bir şeyci olmak sık rastlanan bir durumdur- ve bu söze karşılık hep Prusya’yı, ordusunu öne sürerdim -zavallı, Napoléon’un Jena Muharebesinde Prusyalıları tarumar ettiğini bilmiyor-. Ben o arkadaşımdan şunu öğrendim “Her şey savaş değildir.” Bu sözle militarist düşünce değer kaybetti benim gözümde. “Kültür, edebiyat, psikoloji, sosyoloji vb. tüm ilimlerin menşei Fransa’dır.” Doğruydu, Fransa belki her bilimin doğuş yeri değildi fakat tüm bilimlerin kemale ermiş oldukları yer idi.

Bunları neden anlattım? Zira demiş olduğum gibi, Batı kültür ve medeniyeti Fransa’da atar. Bu vaziyette Fransa, Batı medeniyetinin, onların tabiriyle medenileşmemiş vahşi Doğu’ya ihracının en büyük yardımcısıdır. Osmanlılara dahi Batı adet ve geleneklerinin -hatta bir dönemde ordu düzenlerinin bile- Fransa’dan geldiğini hatırlarsak Fransa’nın sömürgecilik tarihindeki yeri hiç olmadığı kadar derinleşiyor.

Fransa ve Eşit, Özgür, Kardeş Koloniler

Fransız koloniciliğini üç ana başlık altında incelemekte fayda var. Bunlar Amerika, Asya ve en iyi bilinen Afrika’dır.

1) Amerika

Aslında ilk bakışta Fransa tarafından pek başarılı bir kolonicilik görmüyoruz. İlk yerleşkeleri olan Nova Scotia’ya kadar en büyük başarıları Aziz Lawrance Nehri’nin keşfiydi. Nova Scotia’ya kadar inat ve istikrarla Florida’ya ve Brezilya’ya başarısız kurulma girişimleri vardı sadece. Fransızlar erken dönemde çuvalladılar, zira bunu yapmaya uygun bir hal içinde değillerdi. Reform hareketleri ile peydahlanan ‘Protestan’ kesim (Huguenotslar) ve Fransa’da çoğunluğun mensup olduğu Katolik mezhebi arasında, Habsburglar tarafından desteklenen bir mücadele söz konusuydu. Ülkenin içerisinde bulunduğu bu karışık ve istikrarsız ahval Kral IV. Henry tarafından nihayete erdirildi. İşte Fransız sömürgeciliği burada parlamaya başlıyor!

Özel şirketler vasıtasıyla kurulan Nova Scotia’nın (şimdiki “New Foundland”) başına kısa sürede parlayan Samuel de Champlain geçti. Samuel kısa sürede büyük işlere imza atmıştı. Yerlileri yenmiş, misyoner faaliyetlerini başlatmış bulunuyordu. Bunların yanında hiç şüphe yoktur ki en büyük ve kalıcı başarısı 1608’de günümüzde bulunduğu eyalete dahi ismini veren Quebec’i kurmasıydı.

Samuel’in adımlarıyla “Yeni Fransa” denen ilk kolonilerinin temelleri atıldı. Evet, Fransızlar resmen bu koloni yarışının bir parçasıydı artık ve pek tabii genişlemek niyetindeydiler. Mevzubahis bu olunca Fransızlar ciddi bir problemle karşılaşmışlardı: Nüfus.

Nüfusları azdı çünkü kıtada bulunan kadın sayısı yeteri kadar değildi. Sizlere ait olmayan bir kıtayı kendinizin yapmak için güç kadar nüfus da lazımdı. Hatta durum bu iken gücün asıl kaynağı nüfustu. Nüfusun azlığı akıllara yerlileri getirdi. Şaşkınlık verici ki nüfusun azlığı Avrupa’nın şüphesiz en kibirli halklarından birini yabancı, yerli bir ırkla beraber olmaya itmişti. Fransız erkekler ve yerli kadınlar arasında olan evlilik diğer Avrupalıların aksine Fransızlar ve yerlilerin arasının iyi olmasını sağlamıştı. 19. asır tarihçilerinden Francis Parkman şöyle der: “İspanyollar yerlileri yok etti, İngilizler onları hor gördü. Fransızlar ise onları kucakladı, sevdi ve ihya etti.” İroni şudur ki Fransızlar tüm topraklarını Yedi Yıl Savaşı’nda İngilizlerle beraber olan yerlilere karşı kaybedecektir.

Daha da garip olan şu ki bu münasebetler sadece Yeni Fransalılar ve yerliler arasındaki basit münasebetler değillerdi, nüfus artışını desteklemek maksadıyla Cardinal Richelieu tarafından “Ordonnance” olarak adlandırılan üst düzey bir yasa çıkarılmıştı. Buna göre Katolikliği tercih eden yerliler de gerçek bir Fransız sayılacaktı.

Quebec her ne kadar Fransa’nın Amerika koloniciliğinin baş tacı olsa bile Fransızlar koloni faaliyetlerine muhtelif yerlerde devam ediyorlardı ki bunların en önemlilerinden biri “West Indies” olarak bilinen Karayipler’di.

Halihazırda batısına İspanyollarca yerleşilmiş “Hispaniola” adasının doğusunda, adanın üçte birini kaplayacak kadar büyüklükte bölge Fransız idaresine girmişti. İşte buradaki “Saint Dominigue” yerleşkesi zamanla “Antillerin İncisi” haline gelecek ve şeker üretiminde birinci sırayı alıp bölgenin en zengin şehri olacaktı. Yine ironiktir ki tarihteki tek başarılı köle ayaklanması da 1791’de burada olacaktır. Fransızlar gelecek yıllarda daha çok adaya yerleşecek ve Karayipler’deki hakimiyetini iyiden iyiye pekiştirecektir.

Aradan geçen uzun yıllar neticesinde Yeni Fransa’da nüfus problemi kalmamıştır ve mavi kanlı, beyaz derili Fransızlar fetihler için açtır. 1673’te Louis Jolliet ve Jacques Marquette Missisipi nehrini keşfe başladılar. Amerika’nın en büyük nehrinin o zamanlar Meksika Körfezi’ne değil Pasifik’e döküldüğü sanılmaktaydı.

1682’de Missisipi nehrinin aşağı deltasına gelen René-Robert Cavelier, İtalyan bir arkadaşı, yerliler ve birkaç diğer kolonistle beraber nehrin aşağı kısmına ilk defa Avrupalılarca küçük bir karakol benzeri yapı yapmayı başardılar. Ardından Paris’e dönen Cavalier Fransa Donanma Bakanı’nı ikna etmeyi başarmış, emrine gemiler ve yerleşke kurulması amacıyla 320 yerleşimcinin tahsis edilmesini sağlamıştı. Ama bu yolculukla beraber sonunu da hazırlayacaktı. Elindeki Missisipi Nehri’ni Yeni İspanya’ya -meşhur İspanyol kolonisine- daha yakın yani daha batıda gösteren bir haritanın doğru olduğunu düşünüyordu. Sonuç olarak aradığı şeyi bulamadı, başarısızlığı ölümle cezalandırıldı.

Tabii Missisipi üzerinde olan çalışmalar bitmedi, 1682’de Cavelier ve arkadaşları Lousiana dedikleri Missipi nehrinin çevresini Fransa’ya katmışlardı ama bir yerleşke mevcut değildi. İlerleyen yıllarda, 1718’de daha da yoğunlaştırılan keşif çalışmaları ve gayretlerle Fransızlar nihayet Meksika Körfezi kıyısında bir diğer ünlü Fransız kolonisi olan New Orleans’ı kurdu. 1718’de tüm Lousiana’da 700 kişi yaşıyordu. İşte burada devreye Kanada’da olduğu gibi yerliler değil, göç politikaları girdi. Özel şirketler ve teşviklerle kısa sürede Lousiana nüfusu katlandı.

Amerika Rüyasının Sonu

Lousiana’ya yerleşildiği dönemlerde Fransızlar aynı zamanda Brezilya’da da küçük yerleri kolonileştirmişlerdi ve halihazırda İngilizler için güçlü bir rakiplerdi. Burada ise Fransızların makus talihi göze çarpıyor: Donanmalarının İngilizlerin donanmasından kötü olması. Fransızların donanmasının İngilizlerden kötü olması aralarında olacak bir savaşta Fransa’yı geride başlatıyordu ki bu savaş Fransız İhtilali’nin de doğmasına sebep olacak Yedi Yıl Savaşları’ydı (1756-1763). Savaş neticesinde Fransızlar, yerlilerle müttefiklik kurmuş İngilizlere yenildi. Kanada İngilizlere, Lousiana İspanyollara bırakıldı. Şaşırtıcı bir bilgi olarak, 1802’de Napoléon’la beraber olan İspanya Lousiana’yı Fransa’ya geri iade etti. Ancak Napoléon Lousiana’yı kontrol etmek yerine 1803’te ABD’ye satmaya karar vermiştir. Karayipler’deki bazı adalar yine Yedi Yıl Savaşları’nda ve Napoléon Savaşları’nda İngilizlere kaybedildi, bir kısmı Hollandalılarla İngilizler arasında paylaşıldı. Brezilya’da kurmuş oldukları tek koloni (Bundan önce olan tüm girişimler Portekizliler tarafından kati suretle defalarca engellendi) ile birkaç Karayip adası Fransa’da kaldı. 1791’de Haiti’de köleler isyan etti ve gelecek yıllarda tam bağımsız oldular. Zamanın akıp geçmesiyle Fransızlar bazı adalarını geri almayı başardı. Şu an Fransa Karayipler’de hatırı sayılır bir miktarda ada ve Fransız Guyanası’nı kendine bağlı tutmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu