Edebiyat

ÇOCUKLUĞUM

 

Çocukluğum,

Bu yazıyı sadece sana yazıyorum.

Ardında bırakıldığımız ve küllerin içinde debelendiğimiz günlerin hatırına, sadece sana yazıyorum.

Şu an yolun yarısını geçtim ve beni iyisiyle kötüsüyle her anımda bırakmayan sana yazıyorum.

Ah çocukluğum…

Haftalardır bir çıkmazın içindeyim. Yalnızca ve yalnız başıma debeleniyorum. Etrafımdaki bütün insanlar bahaneleriyle kovuklarına kaçtılar. Ama olsun seninle konuşmamız gerekenler vardı zaten. Kimsenin duymaması ve görmemesi gerekenler…

Nereden başlasam bilmiyorum. Çünkü kimsenin ne sana ne bana acımasını ya da acındırdığımızı düşünmeleri istemiyorum.

Siktir et. Aslında, hepsi akıllarından geçen boklar kadarlar.

Çocuk olmak gerçekten zordu. Dayakçı, yalancı bir baba, ona köle olmuş bir anne, korunması gereken küçük bir kardeş vardı ama bu aile tablosunda ben, gerçek anlamda yer almıyordum. Çünkü babayı durdurmak, annenin acılarını üstlenmek ve küçük kardeşin zarar görmemesi için çabalamak çocukluğumun göreviydi.

Ben aslında gizli bir kahramandım ve kahramanların her zaman feda etmeleri gereken bir şeyleri vardır. Ben neyi feda ettim peki?  Her şeyi… gülüşü, sevilişi, sevişi, saflığı… böyle uzar gider.

Ne yapacağımı bilemedim başlarda, önceleri herkes küçük olduğum için üzülüyordu. Sebebini sonra anlayacaktım. Bizde büyümek kurtulmak ve kurtarmaktı. Çünkü o zaman görevlerime başlayabilirdim.

Birinci görev babam, bu yaşa gelip de anılarından emin olmamak korkunç bir duygu. Çünkü yalanlarla örülmüş bir örümcek yuvasında yaşıyordum. Herhangi bir bahaneye, olaya veya onu tedirgin eden bir duruma gerek kalmadan yalan söylüyordu. “Biliyor musun, sessiz durursan hayallerin gerçek olur.” Ne komik değil mi? Bunlara ne kadar süre inandım hatırlamıyorum ama çok zaman almayacak kadar zeki bir kızdım. İşin diğer bir tarafı hayal kırıklıklarından yine kendimi alamamamdı. Çünkü ben bir çocuktum ve babam güvenilmeyecek bir adamdı.

İkinci görev annem, bazen düşünüyoruz da (ben ve çocukluğum) annem bu dünyada en çok babamı sevdi. Yalanlarına, bitmeyen isteklerine ve bizi ihmal etmesine rağmen ondan ayrılmadı. Ne diyorsa kuraldı onun için. İşten gelip yemek yapmak, çocuk bakmak yani tek başına savaşmak onun için ömrünü tüketmesine rağmen sorun değildi. Çocukluğumun fiziksel ihtiyaçlarını karşıladığını inkâr edemem. Ama asla anne-kız ilişkimiz olmadı ve yine sevilmedim ve ona güvenemedim. Sadece onun “yapmak zorunda” olduğu şeyler için çektiği acıları üstlendim.

Üçüncü görev kardeşim, bana verilmeyeni ona vermek hayatımda yaptığım en büyük iyilikti. Sevdim onu, kıskanmadım hiç. Bazen uçup gitmesini istedim kurtulması için bazen de bana sımsıkı sarılıp: ‘Her şey geçecek.’, demesini. Ne kadar korusam da yaralar almasını engelleyemedim. Biliyorum ben de çocuktum. Onun gibi bir kurbandım ama ben bir kurtarıcı, kahraman olmalıydım. Çünkü ben başarabilirdim. Ama yeteri kadar yapamadım. Şu yaşımda ne acısından ne izinden ne de yokluğundan kurtulabildim.

Hala çabalıyorum düzelmek için. Düzelmek derken yaralarımı iyileştirmek, sevmeyi öğrenmek, olanlar için suçluluk duymayı bırakmak gibi. Ama ne yazık ki olmuyor. Bir adım ileri gidiyorsam iki adım geri geliyorum. Ve şunu biliyorum çocukluğunu kaybetmişler asla ve asla yaşayamaz. Hayatta kalmayı başarsalar bile yaşamayı bilemezler. Ve onlar da çocukluğum gibi ölümü beklerler…

ÇİĞDEM URHAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu