BİR RAF DOST
Kavuşmuştu Maria ve Raif, bir görsen ne de yakışmışlardı!
Tren garının orada sarmaş dolaş…
Tuttu bacağımdan birisi çekti aşağı, resim gösterdi,
Anlamaz olur muyum boa yılanını?
Herkes şapka demiş, canı sıkkındı prensin
Hepsi yetmez gibi tilki ile de arası bozulmuş
Bir bağrış kıyamet koptu ‘Bulduk!’ diye
Baktım on kişi oturmuş bir adadaki şatoda,
Birisini suçluyorlar, birilerini… Agatha mıymış neymiş?
Cinayetler işliyormuş, korktum atladım suya
Elinde mızrakla baktı bana bir ihtiyar ‘Çekil!’ dedi
Seksen dördüncü günümdeyim,
Bir anda lambaların bile zar zor aydınlattığı sisli sokakta buldum kendimi
Bir delikanlı gördüm,
O kadar ağırbaşlıydı ki sanırsın elinde gezdirdiği yaşlı adam resmi, kendisi…
Bir ürperme geldi,
Hava soğudu, izbe bir sokakta birisi paltomu çekmeye başladı
Koşarak kaçtım, bir eve girdim kapıyı kapattım
Boş bir oda vardı her yer salya…
Cebimden mendilimi çıkardım, eğilip ayakkabımı silmeye başladım…
Arkamda bir karartı belirdi, dönüp baktım kocaman bir böcek!
Gregor Samsa imiş adı, biraz sohbet ettik,
Bir gece uyumuş sonra böyle uyanmış sonra,
Müsaade isteyip kalktım, kapıyı açtım bir çiftliğe çıktı bakındım etrafıma
Bir at geçti önümden, koyunlar ve kuzgun en arkadan ise bağıra çağıra gelen domuzlar sırasıyla…
Sanki çiftliğin sahibi gibiydiler, çiftliğin kapısını açtım karardı her yer,
‘Ne oluyor?’ diye haykırdım, meğer içerdeki herkes körmüş.
Başladım kapıyı yoklamaya,
Buldum kapı kolunu avucumda kayan duvarın arasında.
Aç, dedi gözünü ufak bir çocuk yaramazdı fazlasıyla
Arabanın tekerleğine tutunup yarasacılık oynarmış.
Birisi geldi yanıma, ‘Sakin ol, birazdan rüzgâr olup uçacaksın’ dedi ‘piramitlerin arasında’…
Uçtum uçtum bir mezarlıkta durdum.
Bir türbe vardı çevrili aynalarla, gittim çaldım kapıyı
Aynalı babaymış sahibi, bir kahve verdi ney üfledi uyandım kitaplığımın yanında…
Bir edebi denizde yüzüp, döndüm ebedi dünyaya.
Bahadır Solak