Spor

O Sene Bu Sene Mi?

90’lı yılların sonuna doğru çocuk ya da genç olup Premier Lig’i takip eden birçok kimsenin hala içten içe desteklediği, sempati duyduğu takımdır Kuzey Londra ekibi. Nam-ı diğer “Topçular” (Gunners) olarakta bilinen ve 1886 yılında İngiliz silahlı kuvvetleri için cephanelik (top ve silah mermisi) üreten “Royal Arsenal” Fabrikası’nın işçileri tarafından kurulan Arsenal, yaklaşık 20 yıllık bir aranın ardından 2000’li yıllardaki şaşaalı günlerine yeniden göz kırpıyor diyebiliriz.

Biraz geriye dönüp bu önemli kulübün yakın geçmiş tarihini incelersek, 60lı yılların sonuna doğru yükselişe geçtiklerini görebiliriz. 1971 senesinde hem Federasyon Kupasını hem de Lig şampiyonluğunu aldıktan sonra 1979 senesinde finalde Manchester United’ı son dakika golüyle 3-2 mağlup ederek Federasyon Kupasını alan kulüp, 8 yıllık kupa hasretine bu şekilde son vermişti. 1987 yılına kadar bir kez daha başarıya hasret kalan Kuzey Londra ekibi, eski futbolcularından George Graham’ın göreve gelmesi ve genç futbolculara yapılan yatırım ile aynı sene Lig Kupasını alarak bir kez daha sahnede kendilerine yer buldu. Tony Adams, Lee Dixon, Steve Bould, Nigel Winterburn gibi önemli isimlerle oluşan defans bloğu, David Rocastle, Michael Thomas orta alanı ve ilerde Alan Smith ile Arsenal, 1988-1989 sezonunun son maçında ezeli rakipleri Liverpool’u 2-0 mağlup ederek şampiyon olurken, aynı başarıyı 1990-1991 sezonunda da yaşayarak artık bir winner takım olma yolunda daha emin adımlar atmıştı. George Graham’ın ayrılmasının ardından tarihler 1 Ekim 1996’yı gösterdiğinde, Arsenal için masalsı bir dönemin başlayacağından belki de kimsenin haberi yoktu. Sahada geçmişe nazaran oynanacak olan gösterişli ve göze hoş gelen futbolun, kazanılacak birçok kupanın mimarı olacak olan Arsene Wenger, artık dümenin başındaydı. Daha önce pek bir başarısı olmayan ve Japonya’nın Grampus Eight takımında görev yapan Wenger, o dönemde Fransa Milli Takımı teknik patronu Gerard Houllier’in önerisi ile Arsenal’in başına getirilmiş ve adı sanı duyulmamış bu ismin Arsenal’in başına getirilmesi İngiliz çevrelerinde, hatta Wenger’in kendisinde bile ciddi bir şaşkınlık yaratmıştı. Arsene Wenger’in göreve geldiği bu dönemde, Alex Ferguson’un Manchester United’ına kafa tutabilecek başka bir takım olmaması işlerin ne kadar zor olduğunun göstergesiydi. Wenger, göreve geldiği ilk yılda önce antrenman metotlarını, beslenme alışkanlıklarını değiştirmiş, topa sahip olmayı oyunun merkezi haline getirerek dikine, paslı ve ofansif futbolu takımına dikte etmiş, sahada basılmadık yer bırakılmamasını talep ederek kondisyonu çok yüksek seviyede tutmuştu. Devrim niteliğindeki bu değişimler ile birlikte beklentilerin üstüne çıkarak ligi 3. olarak tamamlayan Arsenal, ikinci senesine ise flaş transferlerle giriş yapmıştı. Hali hazırda kadrosunda David Seaman, Tony Adams, Patrick Vieira, Ray Parlour, Dennis Bergkamp, Nicolas Anelka, Ian Wright gibi isimler bulunan takıma, Marc Overmars, Gilles Grimaldi, Emmanuel Petit, Matthew Upson, Luis Boa Morte gibi isimleri takviye edilmişti. Sezon boyunca sahada gösterilen pozitif ve göze hoş gelen futbol ile ezeli rakipleri Manchester United’in önünde yalnızca şampiyonluk tacını takmamış, artık ilerleyen yıllar için onlara ciddi bir rakip olmuştu. Arsenal sonraki üç yılda şampiyonluk ipini göğüsleyememiş olsa da yine bu üç yılda yine önemli ve takımla özdeşleşecek olan isimleri kadrosuna katmış, (Nwankwo Kanu, Freddie Ljunberg, Thierry Henry, Davor Suker, Ashley Cole, Sylvain Wiltord, Robert Pires) bir UEFA Kupası finali oynamış ve sahada ise göze hoş gelen akıcı futbolunu sergilemekten geri kalmamıştı. 2001-2002 sezonuna geldiğimizde artık genç yıldızların tecrübe kazanması, oynanan akıcı oyundaki devamlılık, onlara bir kez daha lig ve FA Cup şampiyonluğunu getirmişti. 2003 senesine geldiğimizde ise Reyes, Lehmann gibi isimler kadroya katılmış ve ardından bileği bükülmeyen bir Arsenal tüm İngiltere’ye damga vurmuştu. Thierry Henry ve Robert Pires önderliğindeki Arsenal yalnızca iyi futbol sergilemekle kalmamış, ligde tek bir mağlubiyet dahi almadan şampiyonluğa koşarken, artık Invincibles (Yenilmezler) olarak anılmaktaydı. Bu şampiyonluk her ne kadar Arsenal’in son lig şampiyonluğu olsa da oynanan futbol, alt yapıdan kazandırılarak gelişim kaydeden futbolcular, Arsenal’i uzun bir süre vitrinde tutmuştu. 2006 Şampiyonlar Ligi Finalinin Barcelona’ya kaybedilmesinin ardından ise önemli futbolcuların takımdan ayrılması ve bu isimlerin yerlerinin dolmaması, Avrupa’da bir türlü gelmeyen başarı ile her ne kadar hedeflerden, ligdeki rekabetçi tavırdan uzak kalınsa da takımın sahada gösterdiği akıcı futbol ile Wenger 4 kez daha FA Cup’u kazanmış, ofansif futboldan, genç isimlerin yıldız oyuncu konumuna getirilmesinden asla geri adım atılmamıştı. 2017-2018 sezonunun sonunda ise onunla başlayan bu peri masalı artık istenilen başarılardan bir hayli uzak kalınması sonucunda onun vedası ile noktalanmıştı. Artık Profesör olarak anılan, tüm tüm çevrelerde saygı ile anılan Wenger’in ardından göreve gelen Unai Emery her ne kadar mevcut sisteme aidiyet duygusu göstererek genç isimlere ve uzun yıllardır süregelen oyun anlayışına bağlılık gösterse de istenilen başarı onunla da gelmiyordu. Arsenal, artık birçok ezeli rakibinin gerisinde olmakla kalmayıp 1 Numaralı kupa olan Şampiyonlar Ligi’ne dahi katılamayacak noktaya gelmişti. Tarihler 22 Aralık 2019’u gösterdiğinde ise takımın başına futbolculuk yaptığı dönemden eski kaptanları olan, Manchester City’de Pep Guardiola’nın yardımcılığını yapan Mikel Arteta getirildi. Göreve geldiği ilk gün “Devamlılığı olan bir kültür inşa etmek zorundayız. Doğru kültüre sahip olmazsak zor zamanlarda ayakta duramayız. Dolayısıyla benim işim buradaki herkesi, bu kulübün bir kültürü olduğuna ikna etmek. Bu kulübün bir parçası olmak istiyorsanız bu kültür içinde ve bu şartlarda yaşamak zorundasınız.” Sözleriyle kararlılığını ortaya koyan Arteta için de işler hiç kolay değildi. İlk 2 sezonunda 8. olmuş, geçtiğimiz yıl ise takım daha iyi performanslar göstermiş olsa da ancak 5.’likle yetinmiş ve Arteta sürekli olarak eleştirilerin odağındaki isim olmuştu. Tüm bu olumsuz sürece rağmen Arteta, kendisine güvenmelerini, başarıya ve hedeflediği hızlı ve akıcı oyuna inandığını ısrarla dile getirirken yavaş yavaş Wenger döneminden kalan ve yaratıcılıktan uzak oyundan da uzaklaşarak daha tempolu bir takım olma yolunda ilerlemekteydi. Ve tüm bu sürecin ardından 2022-2023 sezonuna yapacakları girişi belki de hiç kimse kestirememişti. Yaz transfer döneminde City’den Gabriel Jesus ve Zinchenko’yu takıma dahil eden, Martin Ødegaard’ı kaptanlığa getiren Arteta, sezona adeta fırtına gibi bir giriş yaptı. Sahada gösterilen baskın ve tempolu oyunla ilk 20 maç sonunda yalnızca bir mağlubiyet alan Topçular, ligde şampiyonluklara ambargo koyan, senelerdir tartışmasız ve ligin ağır favorisi City’nin yalnızca oyun olarak değil, 5 puan farkla* ve bir maç eksik şekilde sezonu lider şekilde sürdürmekte.

Yeniden en başa dönecek olursak, 2000’li yılların ilk dönemini hatırlayanlar için Arsenal en güzel şarkıyı hiç sıkılmadan dinlemek, ya da bir Filarmoni Orkestrası’nı izlemek gibiydi. Thierry Henry’li, Dennis Bergkamp’lı o her anı ayrı keyif veren bu şanlı kulüp, akıllardan silinmeyen günlerinden ne kadar uzakta olsa da değerinden çokta bir şey kaybetmedi. İzleyenlerine keyif veren, genç isimleri vitrine çıkartması ile bilinen Kuzey Londra ekibi, içerisinde bulunduğumuz dönemde ise adeta eski günlerine nazire yaparcasına yoluna emin adımlarla devam etmekte. Tüm bu sürecin ardından Topçular için artık akıllarda tek bir soru cümlesi var. O sene bu sene mi?

*Puan durumu 02.02.2023 verileri baz alınarak yazılmıştır.

 

Oğuzhan AKGÖL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlgili Makaleler

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu